THE STORY OF THE WINDOW OF A SUGAR HOUSE
He missed a lot.
He didn't want to talk about it,
Not even right, left and flowing roofs.
He didn't really know anything.
When the alarm clock rang,
He started the day.
He lent his freedom
To a little field mouse
And the mouse gnawed at his freedom
He was surprised, angry and wouldn't talk.
'What a thing to do,' I said to him.
With a little slang, a little wisdom:
Your freedom is in the teeth of a little field mouse.
Why did you give up?
Throw it in the air, the birds, the clouds, the rain.
Let him get wet
He looked so dull and pathetic.
I said to him:
You're a loser,
I turned my back on his dark face.
He sulked for a while.
He started eating his fingernails.
I told him:
There will be worms in your belly, but he didn't listen.
I said, 'What good are you?'
I threw his jacket in his face.
With great difficulty he threw himself out.
Wherever he found it;
A freedom riddled with holes, gnawed by a little rat.
Finally he let go...
For more, piece by piece, into the sky,
into the still lake.
I think there were some left.
He threw it into the storm, it flew with the wind.
A broad smile appeared on his face.
Why not, he asked himself, could it be too late?
He flew out of sight.
In a fairy tale, he became the window of a sugar house.
Emel Kılıç
-
ŞEKERLEMEDEN EVİN PENCERESİ ANLATTI
Çok şey kaçırdı.
Bu konuda konuşmak istemedi,
Sağ, sol ve akan çatıları bile bilmiyordu.
Gerçekten hiçbir şey bilmiyordu.
Çalar saat çaldığında,
Güne o başladı.
Özgürlüğünü ödünç verdi
Küçük bir tarla faresine
Ve fare onun özgürlüğünü kemirdi
Şaşırdı, kızdı ve konuşmadı.
Ona 'Ne yaparsın,' dedim.
Biraz argo, biraz bilgelikle:
Özgürlüğün küçük bir tarla faresinin dişlerinde.
Neden vazgeçtin?
At onu havaya, kuşlara, bulutlara, yağmura.
Bırak ıslansın
Çok donuk ve acınası görünüyordu.
Ona dedim ki:
Sen bir eziksin,
Onun karanlık yüzüne sırtımı döndüm.
Bir süre somurttu.
Tırnaklarını yemeye başladı.
Ona söyledim:
Karnında kurtlar olacak, dedim ama dinlemedi.
'Sen ne işe yararsın' dedim.
Ceketini yüzüne fırlattım.
Büyük bir güçlükle kendini dışarı attı.
Nereden bulduysa;
Delik deşik bir özgürlük, küçük bir sıçan tarafından kemirilmiş.
Sonunda bıraktı...
Daha fazlası için, parça parça, gökyüzüne,
durgun göle.
Sanırım biraz kalmıştı.
Fırtınanın içine attı, rüzgarla birlikte uçtu.
Yüzünde geniş bir gülümseme belirdi.
Neden çok geç, neden olmasın, diye kendine sordu.
Gözden kayboldu.
Bir masalın içinde, şekerden bir evin penceresi oldu.
Emel Kılıç